Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; dalgaların gökyüzüyle fısıldaştığı, balıkların şarkı söylediği uçsuz bucaksız denizlerin ortasında Temel Reis yaşardı. Ama bu Temel Reis bildiğiniz gibi sıradan bir denizci değildi. O, denizlerin kalbini dinleyebilen, rüzgârla konuşabilen ve adaletin tuzlu kokusunu taşıyan Denizler Kralıydı.
Temel Reis’in tacı altından değil, mercandan yapılmıştı. Gücünü kaslarından değil, ıspanaktan değil bu kez, denizlere olan sevgisinden alırdı. Çünkü denizler ona bir sır vermişti:
“Bizi koruyan, bizden de güçlü olur.”
Bir gün denizler huzursuzlandı. Dalgalar eskisi gibi gülmüyor, martılar gökyüzünde daireler çizerken endişeyle bağırıyordu. Temel Reis bunu hemen fark etti. Piposunu tüttürüp pusulasına baktı. Pusula kuzeyi değil, adaletsizliği gösteriyordu.
Sorunun kaynağı kısa sürede ortaya çıktı:
Kara Sis Korsanı, denizlerin derinliklerine karanlık yayarak balıkları korkutuyor, mercan şehirlerini uyutuyordu. Korsan, denizleri ele geçirip sessiz ve cansız bırakmak istiyordu.
Temel Reis teknesine atladı. Ne ordusu vardı ne de silahları. Yanında sadece dostu Zeytin ve denizlerin ona hediye ettiği eski bir dümen vardı. Bu dümen doğru kullanıldığında sahibini, en doğru karara götürürdü.
Kara Sis Korsanı ile karşılaştıklarında deniz kapkara oldu. Sis o kadar yoğundu ki zaman bile yavaşladı. Korsan alaycı bir sesle güldü:
“Bu denizler artık benim!”
Temel Reis sakin kaldı. Yumruğunu değil, kalbini öne çıkardı.
“Denizler sahiplenilmez,” dedi. “Denizler paylaşılır.”
O an Temel Reis dümeni çevirdi. Denizler onun sesini tanıdı. Dalgalar yükseldi ama yıkmak için değil, uyandırmak için. Balıklar geri döndü, mercanlar ışıldadı. Kara Sis, kendi karanlığında kayboldu.
Sis dağıldığında denizler eskisinden de mavi oldu.
O günden sonra Temel Reis tahta oturmadı. Saray kurmadı. Çünkü o biliyordu ki gerçek krallar hükmetmez, korur.
Ve hâlâ derler ki;
Bir denizde dalgalar adilce yükseliyorsa,
Bir fırtına bile iyilik taşıyorsa,
Orada Temel Reis’in piposundan bir duman yükseliyordur…
