Bir zamanlar, rüzgârın bile düşünerek estiği bir kasabada, herkesin “Hoca” diye seslendiği yaşlı ama gözleri çocuk gibi parlayan bir bilge yaşardı. Bu Hoca, sorular sorar, cevaplardan çok hayalleri severdi. Kasabadakiler ondan akıl ister, o ise çoğu zaman bir gülümseme verirdi.
Hoca’nın en kıymetli eşyası, evinin köşesinde duran eski bir testiydi. Bu testi sıradan bir testi değildi; ne altındandı ne de süslü. Ama Hoca her sabah ona bakar,
“Bugün de bir hayal sığdırır mıyız içine?” diye fısıldardı.
Bir gün kasabaya büyük bir kuraklık geldi. Sular çekildi, kuşlar suskunlaştı. İnsanlar kuyuların başında umutsuzca beklerken Hoca, testisini alıp dağın yamacına doğru yürüdü. Onu görenler fısıldaştı:
“Bu yaşta dağa mı çıkılır?”
“Hoca yine bir iş çeviriyor.”
Dağın tepesinde, kimsenin fark etmediği küçük bir pınar vardı. Ama bu pınardan su değil, hayal akardı. Her damlası bir düş, her yansıması bir umuttu. Hoca testisini pınarın altına tuttu. Testi doldukça içinden hafif bir ışık yükseldi.
Tam o sırada rüzgâr sert esti, Hoca dengesini kaybetti. Testi elinden kaydı ve aşağıya, kasabanın ortasındaki kuru meydana doğru yuvarlandı. Testi yere çarptığında kırılmadı; aksine içindeki hayal yere yayıldı.
O an kasabada tuhaf şeyler oldu.
Kuru toprak yeşermeye başladı.
Çocukların kahkahaları gökyüzüne yükseldi.
Yaşlılar gençliklerini hatırladı.
Kuyular yeniden doldu ama sadece suyla değil, umutla.
Kasabalılar Hoca’nın yanına koştu:
“Ne yaptın sen?” diye sordular.
Hoca testinin ağzına baktı, artık boştu. Gülümsedi:
“Ben hayali testiye koydum, testi hayali size verdi. Hayal saklanırsa solar, paylaşılırsa çoğalır.”
O günden sonra testi hep aynı yerde durdu ama kimse onu boş görmedi. Çünkü kasabadaki herkes kalbinde küçük bir testi taşımayı öğrendi.
Ve Hoca mı?
O hâlâ sabahları testiye bakar,
“Bugün kimin hayaline sıra?” diye fısıldar.
Masal da burada biter,
Ama hayal…
O hâlâ dolaşır.
