“Bazı yerler sessizdir, çünkü hikâyelerini fısıldarlar…”
Şehrin gürültüsünden bir sokak içeride, hiç dikkat çekmeyen bir park vardı. Ne rengârenk kaydırakları, ne cafcaflı tabelaları vardı. İsmi bile yoktu. Çocuklar ona sadece “küçük parkur” derdi. Çünkü içinde yarım kalmış gibi duran, kavisli bir toprak yol vardı; sanki birilerinin hayali yarıda bırakılmış gibiydi.
Ama çocuklar bilmezdi ki, bu parkın kendi dili, kendi hafızası ve kendi nabzı vardı.
Kökleri toprağın altına uzanan eski bir dut ağacı vardı parkın ortasında. Dallarının arasında örülmüş, zamanla iyice yumuşamış bir ip vardı, belki bir zamanlar salıncak olmuştu. Geceleri, rüzgâr dalların arasından geçerken o ip sessizce bir ezgi mırıldanırdı.
Kuşlar dinlerdi. Kediler uyurdu.
Ve bir gün, Ay bile başını eğdi o ezgiye.
İlk Adım: Çatlak Taş
Parkın girişindeki taş patika yıllar içinde çatlamış, çimlerin arasına karışmıştı. Ama parkın en eski taşı, tam ortadaki kırık taştı. Bir sabah, minik elleriyle taşları tek tek çeviren Ada adında bir çocuk, o kırık taşı kaldırdı.
Altında nemli toprağın içine yerleştirilmiş, solmuş bir kâğıt vardı:
“Bu yol, yalnız yürüyenlerin kalbinden geçer.”
Ada bir şey anlamadı. Ama tam o anda ayağının altındaki toprak titredi. Sanki toprak, eski bir anıyı hatırlamıştı. Dut ağacı hafifçe eğildi, güneşin ışığı başka bir açıdan düşmeye başladı.
Ve parkın ortasında hiç fark edilmeyen toprak parkur, birden parlamaya başladı — ama sadece Ada’nın gözünde.
İkinci Durak: Gölge Sandığı
Parkur boyunca ilerleyen Ada, bir köşeye bırakılmış, metal kulpları paslanmış bir sandık buldu. Üzerinde şu yazıyordu:
“Gölge düşer ama sakladığını bırakmaz.”
Ada sandığı açtı. İçinde yıpranmış bir pusula vardı ama kuzeyi göstermiyordu. Pusula, adımlarına değil, hislerine göre dönüyordu. Her duyguda ibresi değişiyordu: korktuğunda titriyor, sevindiğinde kıpır kıpır oluyordu.
Pusula ona parkın derinliklerinde bir yere gitmesini söyledi. Orada başka bir çocuk vardı: Tuna. O da başka bir köşede kendi keşfini yaşıyordu. Pusulalar onları bir araya getirdi.
Ve birlikte yürümeye başladılar.
Son Durak: Sessiz Tahta
Parkur’un sonunda eğik duran tahta bir bank vardı. Yağmurdan çatlamış, güneşten solmuştu. Üzerine oturduklarında bankın arkasından bir ses duyuldu — tahta nefes alıyordu.
Ada ve Tuna göz göze geldi. Tahtanın altına baktıklarında orada kazınmış bir cümle vardı:
“Bütün keşifler bir başkasına anlatılınca tamam olur.”
Çocuklar sustular. Gözleriyle konuşmaya başladılar. Çünkü keşif, sadece nesnelerde değil, birbirini tanımakta da saklıydı. Park, artık ikisinin parkıydı.
Ve onlar gittikten sonra, dut ağacının ipi rüzgârla bir başka ezgiye dönüştü.
Yeni gelen çocuklar artık o ezgiyi duyabiliyordu.
Ve küçük parkur, sessizliğini bozmuştu.