Bir zamanlar, dağların ardında, gökyüzüne değen çam ağaçlarının ve yemyeşil çayırların arasında küçük bir köy varmış. Bu köyün insanları doğayla iç içe yaşar, ama bazen umutlarını kaybeder, bazen de birbirlerine küserek dostluklarını zedelerlermiş.
Köyün hemen yanı başında ise çok eski zamanlardan beri esen özel bir rüzgâr yaşarmış: Ümit Rüzgarı. Bu rüzgâr, sıradan bir esinti değilmiş. Onu hissettiğin anda içindeki karanlık kaybolur, yerini yeniden yeşeren bir umut kaplarmış. Ama Ümit Rüzgarı da yorgun düşermiş; çünkü köylülerin kalbinde her kavga, her umutsuzluk, onun nefesini biraz daha zayıflatırmış.
Bir gün köyün çocuklarından Elif ile Mert, ormanın derinliklerinde oyun oynarken, gökyüzünden süzülen hafif bir rüzgârla birlikte bir ses duymuşlar:
— “Çocuklar… köyünüzü kurtaracak tek şey, Dostluk Çiçeği’dir.”
Elif ile Mert şaşkınlıkla birbirlerine bakmışlar.
— “Dostluk Çiçeği de ne?” demiş Mert.
— “Bilmem… Ama bulmalıyız!” diye cevaplamış Elif, gözleri parlayarak.
Rüzgâr onlara yol göstermiş. “Çiçek, sadece birbirine güvenen dostların kalbinden doğar. Onu bulmak için gölgelerle dolu Unutuluş Vadisi’ne gitmelisiniz.”
Çocuklar hemen yola çıkmış. Yol uzunmuş, bazen taşlı, bazen dikenli. Ama onlar yan yana yürümüşler. İlk sınav, vadinin girişindeki Korku Kuyusu olmuş. Kuyunun içinden uğursuz sesler yükselmiş:
— “Senin arkadaşın seni yarı yolda bırakacak… Ona güvenme!”
Mert’in kalbi titremiş. Bir an Elif’e kuşkuyla bakmış. Ama Elif onun elini sıkıca tutmuş:
— “Ben buradayım, bırakmam. Dostluk korkuyu yener.”
Ve gerçekten de sözleriyle birlikte kuyu susmuş, uğursuz sesler kaybolmuş.
İlerlediklerinde ikinci sınav başlamış. Ayna Ormanı’na girmişler. Buradaki ağaçların kabukları parlak ayna gibiymiş. Çocuklar her baktığında birbirlerini değil, kavga ettikleri anları görmüşler: bir gün oyuncağı paylaşmadıklarını, bir gün birbirlerine kızdıklarını…
Elif’in gözleri dolmuş:
— “Biz bazen kırıcı olduk.”
Mert başını eğmiş:
— “Ama dostluk, hataları affetmek demek.”
Birbirlerine sarılmışlar. O anda aynalar ışıl ışıl parlamış, kötü görüntüler silinmiş, yerini gülümseyen yüzleri almış.
Sonunda vadiyi geçip bir açıklığa varmışlar. Orada çıplak, kupkuru bir toprak varmış. Ne bir yaprak, ne bir çiçek… Yalnızca bir taşın üzerinde yazılı cümle:
“Dostluk Çiçeği, ellerinizle değil kalplerinizle ekilir.”
Elif ile Mert göz göze gelmiş. Ellerini kalplerinin üzerine koyup aynı anda dilemişler:
— “Bir daha asla birbirimizi yalnız bırakmayacağız. Dostluğumuz hep canlı kalacak.”
Sözleri biter bitmez, kupkuru topraktan minik bir filiz yükselmiş. Filiz, kısa sürede rengârenk yaprakları olan eşsiz bir çiçeğe dönüşmüş: Dostluk Çiçeği.
O anda Ümit Rüzgarı coşkuyla esmiş. Çiçeğin tohumlarını köye taşımış. Her tohum köylülerin bahçesine düşmüş, orada filizlenmiş. Köyün insanları artık kavgalarını unutmuş, birbirlerine sevgiyle yaklaşmaya başlamış.
Ümit Rüzgarı yeniden güçlenmiş, köyün üzerinden mutlulukla esmiş. Elif ile Mert, rüzgârın sesini duymuşlar:
— “Çocuklar, siz gerçek dostluğun gücünü gösterdiniz. Bundan sonra bu köyde umut da dostluk da hiç tükenmeyecek.”
Ve o günden sonra köyün adı “Dostluk Vadisi” olmuş. İnsanlar çiçeklerin açtığı her baharda dostluklarını tazelemiş.
Elif ile Mert ise büyüyüp kocaman insanlar olduklarında bile birbirlerine şöyle dermiş:
— “Ne olursa olsun, dostlukla ekilen çiçek hiç solmaz.”