Bir varmış, bir yokmuş… Uzak diyarların birinde, gökyüzünün maviyle dans ettiği, rüzgârın kuşlarla sohbet ettiği bir köy varmış. Bu köyün hemen yanı başında, her bahar bembeyaz papatyalarla dolan kocaman bir tarla bulunurmuş. Köylüler bu tarlaya “Fısıltılı Papatya Tarlası” dermiş. Çünkü rüzgâr esince papatyaların arasında incecik bir fısıltı duyulurdu. Ama kimse bu fısıltının ne dediğini tam olarak anlayamazmış.
Bir gün, köyde yaşayan küçük Elif, elinde defteriyle tarlaya gitmiş. Gökyüzüne baka baka papatyaların arasına oturmuş. Fısıltılarla dolu rüzgâr yine başlamış esmeye. Ama bu sefer Elif, bir şeyler duymuş:
“Kalbini dinle… Gözlerini kapat… Gerçekleri duyacaksın…”
Elif şaşırmış ama korkmamış. Gözlerini kapatmış ve kalbini dinlemeye başlamış. O anda etrafında sihirli bir şey olmuş gibi, papatyaların yaprakları ışıldamış. İçlerinden biri dile gelmiş!
“Ben Papatya Perisi Lilia’yım. Sadece kalbi temiz olanlar bizi duyabilir. Tarlamız bir sır saklıyor…”
Elif’in gözleri parlamış. “Ne sırrı?” diye sormuş.
Lilia anlatmaya başlamış:
Yıllar önce, bu tarla sevgiyle, dostlukla büyümüş. Ama zamanla insanlar doğayı unuttukça papatyaların sesi kısılmış. Artık sadece gerçek sevgiyi taşıyan çocuklar bu fısıltıları duyabiliyormuş. Elif’in kalbindeki iyilik sayesinde tarlanın sihrini uyandırmış.
Lilia, Elif’ten bir söz istemiş:
“Tarlanın sesini koruyacağına, papatyaları koparmayacağına ve bu güzelliği başkalarıyla paylaşacağına söz ver.”
Elif, sevinçle başını sallamış. O günden sonra Elif, arkadaşlarına tarlanın sırrını anlatmış. Onlarla birlikte papatyalarla oyunlar oynamışlar, onları koparmadan sadece seyretmişler. Her gelen çocuk, bir gün tarladan gelen o tatlı fısıltıyı duymuş.
Ve papatyalar her yıl daha parlak, daha mutlu açmış.
Gökten üç papatya düşmüş:
Biri bu masalı okuyanların kalbine,
Biri doğayı koruyanlara,
Biri de fısıltıları duyabilenlere…