Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde güzel mi güzel bir prenses yaşarmış. Adı Pamuk Prenses‘miş. Cildi kar gibi beyaz, saçları gece gibi siyah, dudakları ise kırmızı elma gibiymiş.
Pamuk Prenses’in üvey annesi, kötü kalpli bir kraliçeymiş. Kraliçe her gün sihirli aynasına sorarmış:
— Ayna ayna, söyle bana… Bu dünyada benden daha güzel kim var acaba?
Ayna her gün, “Siz en güzelisiniz, Kraliçem,” dermiş. Ama bir gün ayna şöyle demiş:
— Pamuk Prenses sizden daha güzel!
Kraliçe çok sinirlenmiş. Pamuk Prenses’ten kurtulmak istemiş. Bir avcıya onu ormana götürüp orada bırakmasını söylemiş. Ama avcı Pamuk Prenses’e kıyamamış ve onu serbest bırakmış.
Pamuk Prenses ormanda dolaşırken küçük, sevimli bir kulübe bulmuş. İçeri girmiş ve çok yorulduğu için yedi küçük yatağın birleştiği yerde uyuyakalmış.
Bu kulübe yedi cüceye aitmiş. Cüceler akşam gelince evde birinin olduğunu fark etmişler. Pamuk Prenses’i görünce çok şaşırmışlar ama onu çok sevmişler. Pamuk Prenses onlara her gün temizlik yapmış, yemek pişirmiş. Cüceler de onu çok sevmiş ve ona sahip çıkmışlar.
Ama kötü kraliçe Pamuk Prenses’in hâlâ yaşadığını aynasından öğrenince çok sinirlenmiş. Kılık değiştirip yaşlı bir teyze olmuş ve zehirli bir elmayla Pamuk Prenses’in kapısını çalmış.
Pamuk Prenses elmayı ısırır ısırmaz yere düşmüş ve derin bir uykuya dalmış.
Cüceler çok üzülmüş. Onu camdan bir tabutun içine koymuşlar ve başında nöbet tutmaya başlamışlar. Günler geçmiş…
Bir gün yakışıklı bir prens ormandan geçerken Pamuk Prenses’i görmüş. Ona bir öpücük vermiş. O anda Pamuk Prenses gözlerini açmış!
Herkes çok mutlu olmuş. Prens ve Pamuk Prenses evlenmiş, büyük bir düğün yapılmış. Kötü kraliçe ise bir daha hiçbir zaman aynasına güzel olduğunu soramamış.
Ve sonsuza kadar mutlu yaşamışlar.