Bir zamanlar, denizle orman arasında küçük bir köyde, yalnız yaşayan yaşlı bir kadın varmış. Kadın, ömrü boyunca herkese iyilik eder, komşularının çocuklarına masallar anlatırmış. Fakat bir tek dileği hiç gerçekleşmemiş: kendi çocuğu olmamış.
Her akşam penceresinin önündeki fesleğen saksısına bakar, yıldızlara şöyle dermiş:
“Yıldızlar, bir çocuk verseniz bana… avucum kadar olsa da razıyım!”
Bir gece, gökyüzü süt gibi beyaz bir sisle örtülmüş, köyün üstüne sessiz bir ışık inmiş. Kadın sabah uyandığında, fesleğen saksısında bir çiçek açtığını görmüş. Çiçeğin kalbi, bir sabah çiyi gibi parlıyormuş. Kadın eğilip çiçeği öpmüş… ve o anda, çiçeğin içinden minicik bir kız çıkmış.
Kız, bir parmak boyundaymış. Saçları mısır püskülü gibi altın sarısı, gözleri de gökyüzü kadar berrakmış. Kadın şaşkınlıkla ellerini uzatmış, küçük kızı avucuna almış. Kız da gülümseyip demiş ki:
“Anne… ben geldim.”
Kadın o kadar sevinmiş ki, gözlerinden yaşlar boncuk boncuk dökülmüş. Ona “Parmak Kız” adını vermiş.
Küçük Bir Dünyada Büyük Bir Kalp
Parmak Kız’ın dünyası minik ama rengârenkmiş. Kadın, ceviz kabuğundan ona bir yatak yapmış, menekşe yapraklarından battaniye. Parmak Kız geceleri ateş böceklerinin ışığında şarkılar söyler, gündüzleri çiçeklerin yapraklarında kayık gibi gezermiş.
Köydeki herkes bu mucizevi küçük kızı konuşur olmuş. Fakat herkesin kalbinde iyilik yokmuş…
Bir gece, bataklıktan gelen yaşlı bir kurbağa, evin açık penceresinden içeri girmiş. Küçük kızı görünce, sinsi bir gülümseme belirmiş yüzünde:
“Ne güzel bir gelin olur bundan, oğluma!”
Kurbağa, Parmak Kız’ı bir lale yaprağına koyup dereye bırakmış. Sabah kadın uyanınca kızını bulamamış, köyü başına yıkılmış.
💧 Dere Boyunda Yolculuk
Dere, Parmak Kız’ı alıp ormanın içine sürüklemiş. Kız korkmuş ama yılmamış.
Bir ağustos böceği gelip yaprağın üstüne konmuş, kibarca sormuş:
“Kimsin sen, küçük yolcu?”
“Ben Parmak Kız’ım. Evime dönmek istiyorum.”
Böcek kanatlarını açmış, “O zaman bana tutun!” demiş. Birlikte ormanın üstünden uçmuşlar. Fakat yukarıdan bakan kuşlar, küçük kızı görünce kendi aralarında konuşmuşlar:
“Ne kadar tuhaf! Ne böceğe benziyor ne insana!”
Parmak Kız onların sözlerine üzülmüş, sessizce ağlamış. Ağustos böceği onu incitmek istememiş, bir nilüfer yaprağına bırakmış. Orada günler geçmiş, geceler geçmiş.
Sonunda bir gün, yaprakların arasından bir fare çıkagelmiş. Gözleri boncuk gibi, karnı tok, dili de laf yapan cinstendi.
“Soğukta donacaksın kızım. Gel, benimle yaşa. Evimde mısır unundan keklerim, sıcak yuvalarım var!”
Parmak Kız minnettarlıkla fareye katılmış. Aylarca yeraltında kalmış. Fare ona ip eğirmeyi, otlardan çay yapmayı öğretmiş. Fakat bir gün, komşu gelmiş: şişman, zengin ve kör bir köstebek.
“Ne kadar ince sesli bir kız,” demiş köstebek. “Benim karım olsun, karanlıkta bile bana şarkı söylesin.”
Parmak Kız bu teklife ağlamış. Güneşi, gökyüzünü, kelebekleri özlemiş. Fare ısrar etmiş ama o her gece gizlice yukarı çıkıp yıldızlara bakmış:
“Ah, ışığınızı bir kez daha yüzümde hissetsem…”
Güneşin Kanatları
Bir sabah, ormanda bir kırlangıç bulmuş. Kanadı kırılmış, uçamıyormuş. Parmak Kız onu gizlice beslemiş, yarasını sarmış. Kırlangıç iyileştiğinde teşekkür etmiş:
“Sen bana hayat verdin, ben de seni özgürlüğüne götüreceğim.”
Kızın kalbi pır pır etmiş. Düğün günü gelip çattığında, yeraltı koridorları çiçeklerle süslenmişti. Fakat tam köstebek “Evet!” diyecekken, tavandan bir rüzgâr esmiş, kırlangıç içeri girmiş.
Parmak Kız elini uzatmış ve demiş ki:
“Beni gökyüzüne götür!”
Kırlangıç kanatlarını açmış, kızı alıp güneşe doğru uçmuş. Arkasında fare, köstebek ve karanlık kalmış. Önünde ise ışık, rüzgâr ve umut…
Yeni Bir Başlangıç
Kırlangıç onu uzak diyarlara, devasa çiçeklerin açtığı sıcak bir vadiye götürmüş. Her çiçekte minik insanlar yaşıyormuş; hepsi Parmak Kız gibi küçük ama kalpleri kocamanmış.
Orada bir çiçek prensiyle tanışmış: gözleri gün ışığı gibi parlayan bir genç. Prens elini uzatmış, “Ben seni bekliyordum,” demiş.
O gün vadinin en güzel çiçeği açmış. Kırlangıç şarkısını söylemiş, rüzgâr dans etmiş. Parmak Kız artık korkmuyormuş, çünkü nereye ait olduğunu biliyormuş.
Yeni adı “Flora” olmuş — çiçeklerin dostu, rüzgârın kızı.
Kadınsa her gece fesleğen saksısına bakar, hafif bir ses duyardı:
“Anne, ben iyiyim…”
Ve o an, rüzgârın taşıdığı bir çiçek yaprağı pencereye konar, kadın gülümsermiş.
Masalın Sonu
Derler ki, rüzgâr bazen pencerenin perdesini oynatırsa, o Parmak Kız’dır. Dünyanın bir yerinde hâlâ çiçekler arasında dolaşır, en küçük kalplere bile umut eker. Çünkü bazen en küçük varlıklar, en büyük sevgileri taşır. 🌸