Uzak diyarlarda, gökyüzünün mavisiyle toprağın yeşilinin birbirine karıştığı büyülü bir ormanda Şirinler yaşarmış. Her birinin mantar evleri farklı renkteymiş; kimisi pembe çatılı, kimisi mor benekli, kimisi de altın sarısı kapılı…
Köylerinde huzur hiç eksik olmazmış. Şirin Baba iksirlerini karıştırır, Şirine çiçeklerden taçlar yapar, Şakacı Şirin patlayan kutularını hazırlarken diğerleri gülmekten yerlere yatarmış.
Ama o gün… Ormanın içini esrarengiz bir sis kaplamıştı.
Sabahın erken saatlerinde, Meraklı Şirin birden bağırmış:
“Şirin Baba! Gözlerime inanamıyorum! Kuzey yamacındaki mantar evler yok olmuş!”
Şirin Baba hemen bastonuna yaslanıp tepenin oraya gitmiş. Gerçekten de orada bir zamanlar sekiz tane mantar evi varmış ama şimdi sadece boş çimenlik kalmıştı. Ne iz, ne toprak izi, ne de yanık bir yaprak… Sanki köyün bir kısmı hiç var olmamış gibi silinip gitmişti.
KAYIP İZLERİN PEŞİNDE
Şirin Baba derin bir düşünceye dalmış.
“Bu sıradan bir büyü değil,” demiş. “Ormanın çok eski güçlerinden biri uyanmış olmalı.”
Macera Şirini hemen öne atılmış:
“O zaman gidip bulalım! Belki de birileri yardım bekliyordur.”
Ve böylece küçük bir grup yola çıkmış: Şirin Baba, Macera Şirini, Şirine, Zeki Şirin, ve Şakacı Şirin. Her biri yanında bir şey almış: Şirin Baba iksir torbasını, Şirine çiçek pusulasını, Zeki Şirin taş pusulasını, Şakacı Şirin tabii ki birkaç patlayan kutusunu.
Sislerin içinden geçerken garip sesler duymaya başlamışlar. Rüzgâr sanki fısıldıyor gibiymiş:
“Geri dönün… geri dönün…”
Ama Meraklı Şirin kararlıymış:
“Bu sadece rüzgârın oyunu, hadi devam edelim!”
Bir süre sonra önlerinde hiç görmedikleri bir manzara belirivermiş. Ormanın tam kalbinde, parlayan mavi yosunlarla kaplı dev bir ağaç duruyormuş. Gövdesinde oyuk şeklinde küçük bir kapı varmış.
GİZLİ AĞAÇ VE MANTAR IŞIKLARI
Kapıdan içeri girdiklerinde, kendilerini tıpkı köylerindeki gibi mantar evlerle dolu ama bambaşka renklere sahip bir köyde bulmuşlar!
Evler havada asılıymış; sanki görünmez tellerle tutturulmuş gibi süzülüyormuş. Duvarlar parlayan yosunlardan, yollar ise ışıltılı taşlardan yapılmış.
Orada, mavimsi bir pelerini olan yaşlı bir Şirin onlara yaklaşmış.
“Hoş geldiniz, genç dostlar. Ben Lümen Şirin. Yüzyıllardır bu ormanın ışık köyünü korurum.”
Şirin Baba şaşkınlıkla bakmış:
“Işık köyü mü dedin? Ben böyle bir yerin varlığını hiç duymadım!”
Lümen Şirin gülümsemiş:
“Bilmemek seni suçlu yapmaz. Çünkü burası zamanın dışındadır. Ancak büyük bir denge bozulduğunda görünür hale gelir.”
ORMANIN KALBİNDEKİ GİZEM
Meğer kuzey yamacındaki köy bölümü, ormandaki Denge Taşı kırıldığı için bu ışık köyünün alanına kaymış. Denge Taşı, doğa büyüsünü dengede tutan sihirli bir kristalmiş. Taş çatlayınca, köyün bir kısmı ışık diyarına hapsolmuş.
Ama taşı kim kırmıştı?
Zeki Şirin hemen büyüteçle çevreye bakmış ve yere düşmüş bir tüy bulmuş.
“Bu… kartal tüyü değil. Bu, Gölgelerin Kuşu’nun tüyü!” demiş heyecanla.
Lümen Şirin’in yüzü asılmış.
“Gölgelerin Kuşu bin yıl önce mühürlenmişti… Demek ki uyanmış.”
GÖLGELERİN KUŞU’YLA YÜZLEŞME
Gece çökerken gökyüzü birden mor ve siyaha dönmüş. Ağaçların arasında devasa bir kuş belirmiş. Kanatları duman gibi, gözleri ateş parçasıymış. Her kanat çırpışında, Şirinler yerden birkaç santim havalanıyormuş!
Kuş kükremiş:
“Ormanın ışığı çok parladı! Ben gölgeyi isterim!”
Şirin Baba bastonunu yere vurmuş:
“Ormanın dengesi hem ışık hem karanlıktır, ama sen fazlasını istiyorsun!”
Kuş saldırmaya başlayınca Şakacı Şirin patlayan kutularını fırlatmış. Kutular patlayınca etrafa binlerce parıltı saçılmış. Bu ışıltılar Gölgelerin Kuşu’nu şaşırtmış.
Şirine çiçek pusulasını açıp sihirli çiçek tozunu rüzgâra savurmuş.
Zeki Şirin taşı onarmak için formülü bulmuş: üç damla ışık suyu, bir parça mantar özü ve bir dostluk sözü.
Hepsi el ele verip birlikte söylemişler:
“Işık ve gölge, dostlukla dengede kal!”
Kuş bir anda durulmuş. Gözleri yumuşamış, kanatları küçülmeye başlamış. Sonra bir tüy bulutu içinde kaybolmuş. Ardında sadece bir parça parlayan taş kalmış.
KÖYÜN DÖNÜŞÜ VE YENİ BİR DOSTLUK
Lümen Şirin taşı yerine yerleştirmiş. Bir ışık dalgası yayılmış ve kayıp köy kısmı yavaşça geri dönmüş.
Şirinler sevinç çığlıkları atmış! Evleri, eşyaları, hatta Şakacı Şirin’in kutuları bile geri gelmiş.
Lümen Şirin gülümsemiş:
“Artık Denge Taşı yeniden güvende. Ama unutmayın, her ışığın bir gölgesi vardır. Onu sevgiyle dengelemeyi öğrenin.”
Şirin Baba teşekkür etmiş:
“Bilgeliğini köyümüze taşıyacağız. Artık hiçbir Şirin sadece ışığı ya da sadece gölgeyi istemeyecek.”
Ertesi sabah köy eski haline dönmüş ama ortasında yeni bir taş parlıyormuş: Dostluk Taşı.
Üzerine altın harflerle şu sözler kazınmış:
“Gerçek ışık, birlikte parlayan kalplerden doğar.”
Ve o günden sonra Şirinler, her sabah güneş doğarken köy meydanında toplanıp dostluk şarkısı söyler olmuşlar.
Orman da onlara mavi, yeşil ve altın tonlarında karşılık verir, rüzgârla birlikte fısıldarmış:
“Birlikteyken hiçbir köy kaybolmaz…”
