Bir varmış, bir yokmuş…
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler top oynar iken eski harman yerinde, Keloğlan bir sabah uyandığında başının tepesine bir ışık düşmüş. Ama öyle sıradan bir ışık değil — sanki gökyüzünden bir yıldız, sırf onun başının üstüne konmuş!
Keloğlan şaşkın şaşkın aynaya bakmış.
“Eyvah!” demiş. “Benim zaten saçım yoktu, şimdi de yıldız çıktı! Köylü ne der buna?”
Tam o sırada, yıldız konuşmaya başlamış.
“Ben gökyüzünün en küçük yıldızıyım,” demiş. “Bir gün senin gibi merak ettim, ‘İnsanlar arasında yaşamak nasıl olur?’ diye, ışığımı indiriverdim. Ama yolumu kaybettim. Senin başına konunca sıcak ve iyi bir kalp hissettim. Ben seninle kalmak istiyorum.”
Keloğlan gülmüş:
“Yıldız kardeş, bende kalırsan bol bol macera bulursun. Ama bizim köyde parlayan kafalar nadir bulunur. Beni cadı sanabilirler!”
Yıldız, minicik sesiyle pır pır gülmüş.
“Ben seni parlatırım Keloğlan, sen beni korursun.” demiş.
O günden sonra Keloğlan nereye gitse, başında minicik bir ışık huzmesiyle dolaşmaya başlamış. Gece vakti köyden geçerken herkes fısıldaşır olmuş:
“Bak bak! Geceleri kendi kendine parlayan biri var!”
“Belki de gökyüzünden düşen bir derviştir…”
Bir gün köye haber gelmiş:
Sarayın büyük saati durmuş. Ne padişah ne vezir ne de bilginler, saati çalıştıramamış. Çünkü saat, yalnızca “Gerçek Işık” gören birinin dokunuşuyla yeniden işleyecekmiş.
Keloğlan bunu duyar duymaz gülmüş:
“Gerçek ışık mı dediniz? Tam kafamda geziyor işte!”
Yola koyulmuş. Saraya vardığında kimse ona inanmamış.
“Senin kafan parlıyor ama bu bir kandil midir, yıldız mıdır belli değil.” demişler.
Keloğlan elini saatin kalbine koymuş, yıldız da hafifçe pırıldamış. Bir anda saat “TIK!” etmiş, sonra “TAK!”, ardından tüm sarayda yankılanmış bir sesle “TIK TAK TIK TAK…” yeniden çalışmaya başlamış.
Padişah şaşırmış kalmış:
“Evlat, bu nasıl olur?”
Keloğlan gülerek eğilmiş:
“Demek ki bazen aklı başında değil, ışığı başında olan insanlar da işe yarar!”
Padişah kahkahalarla gülmüş, Keloğlan’a bir kese altın vermiş.
Ama Keloğlan o altınları köyüne dönünce yetimlere, yoksullara dağıtmış.
O gece yıldız fısıldamış:
“Artık geri dönmem gerek, gökyüzü beni çağırıyor.”
Keloğlan hüzünlenmiş ama gülümsemiş:
“Git yıldız kardeş, ama arada bir uğra. Benim kafam zaten hep sana açık.”
Ve yıldız göğe yükselmiş, ama ne zaman Keloğlan geceleri göğe baksa, bir yıldız biraz daha parlak yanarmış… çünkü o, onun dostuymuş.
Ve o günden sonra köylüler, gece vakti parlayan her yıldız için şöyle dermiş:
“Bakın, Keloğlan’ın dostu bize göz kırpıyor!”
