Bir varmış, bir yokmuş. Renkli Şeker Ormanı’nın hemen kıyısında, Gofret Kasabası adında minicik ama bir o kadar da neşeli bir yer varmış. Bu kasabada çikolata çatılı evler, karamelli yollar ve pamuk şekerden çiçeklerle dolu bahçeler bulunurmuş. Burada yaşayan herkes tatlılardan yapılmışmış: Şeker İnsanlar, Marshmallow Tavşanları, Lokum Kedileri…
Ama Gofret Kasabası’nın en yaramaz ve en yaratıcı çocuğu, Elif adında bir kızmış. Elif’in saçları vişne reçeli gibi kıpkırmızı, gözleri ise nane şekeri gibi parlayan yeşilmiş. Elif her gün yeni bir oyun icat eder, arkadaşlarıyla birlikte saatlerce oynarmış. Ancak bir gün çok farklı bir oyun oynamaya karar vermiş: “Tatlı Kule Oyunu”.
Bu oyun, kasabanın merkezindeki büyük Puding Meydanı’nda oynanırmış. Kuralları da oldukça eğlenceliymiş: Her oyuncu sırayla kendi tatlılarından bir kat inşa eder, kuleyi yıkan kişi kaybedermiş ama kaybeden kuleyi yemeye hak kazanırmış! Bu yüzden herkes hem kazanmak istermiş hem de kuleyi yiyebilmek için biraz kaybetmeyi de…
Elif ve arkadaşları—Lokum Kedi Minnoş, Sakız Çocuk Cem ve Şerbet Ayı Memo—bir sabah erkenden Puding Meydanı’nda toplanmışlar. Yanlarında türlü tatlılar getirmişler: rulo pastalar, profiteroller, jöleler, şeker çubukları… Elif bir kat marshmallow, Cem onun üstüne çikolatalı dondurma koymuş, Minnoş vanilyalı krema eklemiş… Kule büyüdükçe herkesin ağzı sulanmış!
Ama tam Memo rengârenk bir macaron katı eklerken, yerde hafif bir titreme olmuş. Kule hafifçe eğilmiş. Derken tatlı kule bir anda devrilmiş—ama hiç kimse dokunmamış! Herkes şaşkınlıkla kuleye bakarken, çikolata parçalarının arasından minik bir ses yükselmiş:
“Of! Üzerime düştünüz!”
Dört arkadaş gözlerine inanamamış. Tatlı yığınlarının içinden, kolları karamelden, gözleri damla çikolatadan oluşan minik bir yaratık çıkmış! Adı Loklok’muş ve Tatlılar Diyarı’nın Bekçisiymiş.
Loklok şöyle demiş:
“Tatlı kuleyi oynadığınız için değil, onu dengesiz yaptığınız için uyandım! Bu kule, Tatlılar Diyarı’na giden geçidin üstündeydi. Artık geçit açıldı ve sizi davet ediyorum.”
Elif ve arkadaşları heyecanla Loklok’un peşine takılmışlar. Yıkılan kule yerinde küçük bir kapı açılmış. İçeri girdiklerinde, karşılarında çikolata şelaleleri, şekerlemeyle kaplı dağlar, zencefilli kurabiyelerden hayvanlar ve karamel güneşin parladığı büyülü bir dünya varmış.
Tatlılar Diyarı’nda herkes oyun oynuyormuş: Zencefil Zıpzıpları misket oyunları yapıyor, Şeker Ejderhaları saklambaç oynuyormuş. Ancak Loklok’un anlattığına göre, çok uzun zamandır bu diyara çocuklar gelmediği için oyunlar unutulmaya başlanmış.
Elif ve arkadaşları her gün yeni oyunlar icat etmiş, tatlı sakinlerine öğretmiş. Tatlılar Diyarı yeniden kahkahayla dolmuş. Hatta bir gün, herkesin katıldığı büyük bir oyun şenliği düzenlenmiş. Şenlik sonunda Loklok şöyle demiş:
“Siz buraya neşe ve oyun ruhunu getirdiniz. Artık Tatlılar Diyarı’nın Onursal Oyuncuları’sınız. Ne zaman isterseniz buraya dönebilirsiniz. Tek yapmanız gereken: Kalpten bir oyun hayal etmek.”
Ve çocuklar tekrar Gofret Kasabası’na dönmüş. Ama her akşam birlikte oyun oynarken tatlı bir fısıltı duyar olmuşlar:
“Tatlı oyunlar, tatlı düşler… Bekliyoruz sizi yeniden…”