Masalı dinlemek için tıklayın.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, dev ormanların gölgesinde kaybolmuş bir köy varmış. Bu köyün adı Serenova imiş. Serenova halkı huzur içinde yaşar, zamanın kıymetini bilir, her sabah güneş doğarken dualarla güne başlarmış. Fakat bu köyde kimsenin bilmediği çok eski bir sır varmış: Zamanı Donduran Sandık.
Bu sandık, köyün hemen dışındaki sisli dağın zirvesine yakın bir mağarada, asırlardır mühürlü bir şekilde dururmuş. Rivayet o ki, bu sandık bir zamanlar gökyüzünden inen bir yıldızın parçasıyla yapılmış ve içindeki büyüyle zamanı durdurma gücüne sahipmiş. Ancak zamanla insanlar bu gücü unutur, sandığın efsanesi sadece yaşlı ninelerin anlattığı masallarda kalırmış.
Köyde Lina adında meraklı, hayal gücü geniş bir kız yaşarmış. On iki yaşındaymış ama zihni yıllar öncesine açılan kitaplar gibi derinmiş. Büyükannesi, Lina’ya sık sık Zamanı Donduran Sandık’tan bahsedermiş. Lina, her dinlediğinde daha da etkilenir, bir gün o sandığı bulmaya karar verirmiş.
Bir sabah, kış güneşi ince bir dantela gibi dağların üstüne düşerken Lina sırt çantasını hazırlamış. Yanına eski bir pusula, biraz ekmek, bir fener ve büyükannesinin verdiği eski bir haritayı almış. Kimseye haber vermeden yola çıkmış.
Dağın eteğine vardığında rüzgar fısıltılarla konuşuyormuş sanki: “Dön geri… Zamanı karıştırma…” Ama Lina korkmamış. Çünkü o sadece zamanı durdurmak istemiyor, geçmişte saklı bir sırrı öğrenmek istiyormuş.
Günler geçmiş, karanlık ormanları aşmış, vadilerden geçmiş, sonunda pusulanın gösterdiği yöne ilerleyerek sisli mağaraya ulaşmış. Mağaranın girişinde büyük bir taş kapı varmış. Kapının üzerinde eski bir yazı:
“Zaman, akılla dondurulur, kalple çözülür.”
Lina bu sözü anlamaya çalışırken, kalbinden bir şey hissetmiş. Büyükannesinin ona her gece sarılırken söylediği bir ninniyi hatırlamış. O ninniyi mırıldanarak kapıya dokunmuş. Taş kapı sarsılarak açılmış. İçeride binlerce yıldır dokunulmamış gibi duran bir sandık varmış. Üzeri yıldız tozu gibi parlayan oymalarla süslüymüş.
Sandığı açtığında içeriden göz kamaştırıcı bir ışık çıkmış. Fakat bu ışık ne sıcak ne de soğukmuş; sanki zamanın kendisiymiş. Işık Lina’nın etrafını sarmış ve her şey… durmuş. Kuşlar havada sabit kalmış, rüzgar susmuş, Lina’nın saçları bile havada donmuş gibiymiş. Zaman durmuştu. O an, Lina evrendeki en sessiz sesi duymuş: “Ne isterdin, çocuk?”
Lina önce geçmişi görmek istemiş. Annesini hatırlamak. Çünkü annesi onu bebekken terk etmişti. Sandık, Lina’ya annesinin kalbindeki acıyı ve neden gittiğini göstermiş. Meğer annesi onu korumak için gitmiş, kötü bir büyüden uzak tutmak için…
Lina ağlamış ama kalbi hafiflemiş. Sonra sandık ona bir soru daha sormuş:
“Zamanı sonsuza kadar dondurmak ister misin?”
Lina uzun uzun düşünmüş. Zamanı durdurmak demek, büyümemek, öğrenmemek, değişmemek demekti. Oysa hayat, hatalarla güzeldi. Geçmişten öğrenmek, geleceğe yürümek gerekiyordu.
“Hayır,” demiş Lina. “Zaman aksın. Ama artık onun kıymetini daha iyi biliyorum.”
Sandık, Lina’ya küçük bir parça bırakmış: Yıldızdan yapılmış bir kolye. “Bu kolye zamanı durdurmaz,” demiş ses, “Ama sana zamanı hissettirecek. Zor anlarda, neyin değerli olduğunu hatırlatacak.”
Lina köyüne döndüğünde herkes zamanın birkaç gün geçtiğini sanıyormuş. Ama Lina o birkaç günde yıllar yaşamış gibi hissediyormuş. O günden sonra masallar anlatırken insanların gözlerinin içine bakar, şöyle dermiş:
“Zamanı donduramazsınız belki… Ama doğru anda durup kalbinizi dinlerseniz, zaman size bütün sırlarını fısıldar.”
Ve böylece Zamanı Donduran Sandık bir masal olmaktan çıkıp, Lina’nın kalbinde yaşayan bir gerçeğe dönüşmüş…