Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken pireler hamal iken, uzak diyarların birinde güzel mi güzel, zengin mi zengin bir padişah yaşarmış. Bu padişahın sarayı altınlarla kaplı, bahçesi gül kokuluymuş ama gönlü huzursuz, geceleri uykusuzmuş.
Padişah her gece aynı rüyayı görürmüş. Rüyasında büyük bir dağın tepesine çıkıyor, orada yaşlı bir derviş ona üç bilmece soruyormuş. Her defasında bilmeceleri çözemeyen padişah, uykusundan ter içinde uyanıyormuş. Ne vezirler, ne âlimler, ne de saray müneccimleri bu rüyanın anlamını çözememiş.
Bir gün padişah, ülkeye ferman salmış:
“Kim ki benim rüyamı çözer, sorulara cevap verir, onu ödüllere boğarım!”
Bu haber dilden dile, dağdan dağa, köyden köye yayılmış. İşte bu köylerin birinde de annesiyle birlikte yaşayan, yüreği temiz, aklı kıvrak bir delikanlı varmış: Keloğlan.
Annesi, “Aman oğlum, sen karışma, başına iş açarsın,” demişse de Keloğlan dinlememiş.
“Anneciğim, belki ben bu rüyanın sırrını çözerim. Denemeden bilemeyiz!” deyip düşmüş yollara.
Günlerce yürümüş, dereleri geçmiş, ormanları aşmış ve sonunda saraya varmış. Saray muhafızları önce Keloğlan’ı ciddiye almamış ama padişah onu görünce bir an durmuş. “İlginçtir,” demiş içinden, “Rüyamda da böyle bir delikanlı vardı…”
Padişah, Keloğlan’a rüyasını anlatmış:
“Her gece bir dağa tırmanıyorum. Zirvede bir derviş karşıma çıkıyor ve bana şu üç soruyu soruyor:
- En zengin insan kimdir?
- En güçlü ordu hangisidir?
- Bir padişahı asıl sultan yapan nedir?
Her gece sustuğum yerde uyanıyorum. Cevapları bilmiyorum!”
Keloğlan gözlerini kısmış, az düşünmüş, çok söylemiş:
“Ey yüce padişahım,” demiş, “İzin verirseniz cevaplayayım.”
Padişah başını sallamış.
Keloğlan başlamış:
“En zengin insan, gönlü tok olandır. Dünyayı alsa doymayanlar fakirdir. Ama elindekine şükreden, en zengindir.”
Padişah başını eğmiş, doğru der gibi.
“En güçlü ordu, halkın sevgisidir. Kılıçlar körelir, surlar yıkılır ama halkını arkasına alan bir padişahı kimse deviremez.”
Vezirler homurdanmış ama padişah gözleri dolu dinlemiş.
“Ve bir padişahı asıl sultan yapan ne altın tacıdır, ne kalabalık ordusu. Adaletiyle hükmeden, mazluma sahip çıkan padişah, gerçek sultandır.”
Saraydaki herkes susmuş. Padişah, ayağa kalkmış, Keloğlan’a sarılmış:
“İşte bu! Bu cevapları arıyordum yıllardır. Rüyam artık kabus değil, gerçek olmuş. Dervişin aradığı da senmiş meğer!”
O günden sonra Keloğlan, sarayın danışmanı olmuş. Ama ne zenginliği, ne makamı gözünde büyütmüş. Sarayda kaldıkça köyünü özlemiş. Padişah da onun bu haline hayran kalmış.
Bir gün demiş ki:
“Ey Keloğlan, seni vezirim yapayım, yanında kal.”
Ama Keloğlan demiş:
“Padişahım, ben annemi, toprağımı, köyümü özledim. En büyük zenginlik, sevdiklerimizle bir lokmayı bölüşmektir.”
Padişah, ona büyük bir hediye sandığı ve halkın duasını vererek uğurlamış.
Keloğlan, köyüne dönmüş, ama bu sefer yalnız değil. Bilgeliğiyle, gönül zenginliğiyle dönmüş.
Ve o günden sonra ne padişah bir daha kabus görmüş, ne de ülke adaletsizlikle sarsılmış.
Gökten üç elma düşmüş:
Biri bu masalı okuyana,
Biri anlatana,
Biri de gönlü zengin olana…
Daha fazla Keloğlan masalı okuyun: Keloğlan Masalları