Masalı dinlemek için tıklayın.
Bir varmış bir yokmuş… Göz alabildiğine uzanan, ışıl ışıl kristallerle süslenmiş dağların ardında, devasa bir şato yükselirmiş. Bu şato, gündüzleri güneşin ışığını binbir renge çeviren cam kuleleriyle gökyüzüne meydan okur, geceleri ise ay ışığını içine hapsedip gölgeleri dans ettirirmiş. Bu yüzden halk, oraya “Kristal Şato” dermiş. Fakat her güzelliğin bir sırrı, her ışığın bir gölgesi varmış.
Bu şatonun gölgesinde, Zira adında on iki yaşında bir kız çocuğu yaşarmış. Annesiyle birlikte şatonun gölgesine düşen kasabada otururmuş. Gölge, hiç dağılmaz, hep orada kalırmış. Güneş doğsa da, rüzgâr esse de, gölge hareket etmezmiş. Kasaba halkı buna alışmış; fakat Zira alışamamış. Hep merak edermiş: “Neden şatonun gölgesi hiç yerinden oynamıyor? Geceleri bile neden parlıyor gibi?”
Bir gün, Zira eski kitapçının raflarında çok eski bir harita bulmuş. Harita, Kristal Şato’nun altında gizli bir labirente açılan kapıyı gösteriyormuş. Kapı, sadece şatonun gölgesi tam üzerine düştüğünde görünür hale gelirmiş. O an Zira’nın gözleri parlamış: “İşte o yüzden gölge hiç hareket etmiyor! Kapıyı hep gizli tutmak için…”
Gece olduğunda, Zira elinde feneriyle şatonun gölgesine gitmiş. Tam haritada işaretli yere bastığında, yerin hafifçe titrediğini hissetmiş. Toprak çatlamış, kristalden bir daire yükselmiş. Ve bir kapı açılmış… Zira derin bir nefes alıp içeri girmiş.
Labirentin içi buz gibiymiş. Duvarları kristaldenmiş ama kararmış, ışık geçirmiyormuş. Zira, korkusunu bastırıp ilerlemiş. Her köşe başında bir bilmece, her bilmeceyi çözdüğünde ise bir anı parçası beliriyormuş: Şatonun geçmişine ait görüntüler… Şatonun bir zamanlar neşeyle dolu olduğunu, kraliçesinin halkı severek yönettiğini ama bir gün bir lanetle tüm şatonun sessizliğe gömüldüğünü görmüş.
Son bilmeceyi çözdüğünde, dev bir kristal oda açılmış. Ortada duran bir küre, ışık saçıyormuş. Bu, şatonun kalbiymiş. Ama küreye bir zincir sarılmış, ve zincirin ucunda gölgeden yapılmış bir yaratık bekliyormuş: Gölge Muhafızı.
Zira korkmamış. Kalbindeki cesaretle öne çıkmış ve demiş ki:
“Sen karanlık değilsin, sadece unutulmuşsun. Ben seni hatırlamaya geldim.”
Bu sözlerle küre ışıldamış, gölge yaratık huzurla gözlerini kapamış ve çözülmüş. Zincir kırılmış, küre parlamaya başlamış. O an Kristal Şato’nun kuleleri yeniden ışıkla dolmuş, gölgesi kaybolmuş, kasaba ilk kez sabah güneşiyle uyanmış.
Zira labirentten çıktığında, halk şaşkınlıkla etrafına bakıyormuş. Onlarca yıl sonra ilk kez sabah güneşi gözlerine değmişti. Zira ise sadece gülümsemiş ve demiş ki:
“Bazen en büyük ışık, en karanlık gölgeden doğar.”
O günden sonra Kristal Şato’nun gölgesi bir daha hiç sabit kalmamış. Gölge artık canlıymış, hareket edermiş. Tıpkı insanlar gibi…
Ve Zira, kasabanın kahramanı değil, uyanışı olmuş.