Bir varmış, bir yokmuş. Uzak diyarlarda, dağların kucakladığı, gökyüzünün her sabah yeni renklere büründüğü bir köy varmış. Bu köyde, adı Aras olan küçük bir çocuk yaşarmış. Aras diğer çocuklardan farklıymış; çünkü o hep gökyüzüne bakar, bulutlara ulaşmanın hayalini kurarmış.
Her sabah güneş doğarken evlerinin önündeki yamaca oturur, pamuk gibi bulutlara bakarak düşünürmüş:
“Acaba bulutların üstüne çıkabilir miyim? Orada kimler yaşar? Melekler mi? Kuşlar mı konuşur orada? Belki de bulutların arasında gizli bir şehir vardır…”
Aras bu hayaliyle öyle çok yaşamış ki, günlerden bir gün kararını vermiş:
“Ben bulutlara çıkacağım!”
Ama uçmak için ne kanatları varmış, ne de bir balonu. Düşünmüş taşınmış, annesine sormuş:
— Anne, bulutlara nasıl çıkılır?
Annesi gülümsemiş:
— Bulutlara çıkmanın yolu hayal etmektir, Aras. Ama belki… belki bir merdiven yaparsan, bulutlar seni bekliyor olabilir.
O an Aras’ın gözleri parlamış.
“Merdiven! Evet! Çok uzun bir merdiven!”
Ertesi gün hemen işe koyulmuş. Önce evlerinin yanındaki eski marangozdan tahtalar istemiş. Marangoz, Aras’ın ne yapmak istediğini duyunca önce şaşırmış, sonra gülerek demiş ki:
— Eğer gerçekten bulutlara ulaşmak istiyorsan, sağlam bir merdivene ihtiyacın var. Yardım ederim.
Günlerce birlikte çalışmışlar. Her gün bir parça daha eklemişler merdivene. Köy halkı başta gülmüş, “Bulutlara merdivenle mi çıkılırmış?” demiş. Ama Aras yılmamış. Her basamağı hayal gücüyle boyamış; birini maviye, birini mor hayallere, birini de sarı umutlara.
Merdiven uzamış da uzamış. Bir sabah, Aras son basamağı da çakmış ve yukarı bakmış. Merdivenin ucu gökyüzüne uzanıyormuş artık. O gece yıldızlar bile farklı parlıyormuş sanki.
Sabah olunca, Aras sırt çantasını hazırlamış: İçine annesinin yaptığı kek, en sevdiği defter ve bir kalem koymuş.
Sonra ilk basamağa adım atmış.
Birinci, ikinci, onuncu, yüzüncü basamak… Rüzgâr yüzünü okşamış, kuşlar etrafında dönmüş, ama Aras hiç durmamış. Yükseklere çıktıkça köy küçülmüş, sesler silinmiş. Sonunda birden bire bembeyaz bir ışığın içinde bulmuş kendini. Bulutların üstündeymiş!
Yumuşacık, serin, pofuduk bir dünya varmış orada. Minik bulut yaratıkları onu karşılamış.
— Hoş geldin Aras, seni bekliyorduk!
Aras şaşkınmış ama mutluymuş. Bulutların üstünde dans etmiş, gülmüş, hikâyeler anlatmış onlara. En sonunda, defterini açıp bulutlara bir mektup yazmış:
“Hayal edersen, her şey mümkündür. Sevgiyle, Aras.”
Akşam olunca geri dönmeye karar vermiş. Merdivenden inerken bulut yaratıkları ona bir hediye vermiş: minik bir bulut kavanozu. Kavanozun içinde sadece Aras’a özel bir parça gökyüzü varmış. Ne zaman gökyüzüne baksa, o parça ona göz kırpacaktı.
Köye indiğinde herkes şaşkınmış.
— Aras gerçekten çıktı!
— Ne gördün orada?
— Nasıl başardın?
Aras sadece gülümsemiş:
— Yeterince inanırsan, merdiven seni istediğin yere götürür.
O günden sonra köyde hiç kimse bir çocuğun hayaline gülmemiş. Çünkü hepsi bilirmiş artık: Gerçek mucizeler, bir çocuğun kalbinde başlar.
Gökler kadar geniş hayallerin olsun, Aras gibi…
Ve masal burada, bulutların üstünde son bulmuş.